Roman içinde roman
Tuhaf
Hikâyeleri Sever misiniz? Ece Erdoğuş'un haziran ayında
yayımlanan üçüncü romanı. Kitabın adı okura “tuhaf” bir
şey okuyacağı hissini veriyor ve anlatıcı okurun hissiyatını
doğrular bir biçimde ilk satırlarda onunla konuşmaya başlıyor.
Postmodern tekniklerin kullanıldığı romanda ilk bölümde okura
“sen” diye seslenen anlatıcı şöyle başlıyor tuhaf
hikâyesine: “Seni biriyle tanıştırmak istiyorum. İsmi
Jaklin. Elinin sana uzandığını hissettiysen onu boşta
bırakmamalı ve beni son sayfaya dek dinlemelisin. Üstelik elini
uzatması sadece tanışmak için değil -çok sıcakkanlı biri
olduğunu söyleyemem-, aynı zamanda aramızda bir anlaşma kurulmak
üzere. İçeriğini sırf üçümüzün bileceği bir anlaşma.”
Kitabı alarak anlaşmayı önceden kabul etmiş sayılan okur tabii
ki okumaya devam edecek ve Jaklin'le tanışacaktır. Jaklin oldukça
garip, hatta dengesiz ve tehlikeli sayılabilecek bir ana karakter.
Ece Erdoğuş en başta kahramanının olumsuz özelliklerini
sıralayarak aslında cesurca bir hamle yapmış oluyor. Okur roman
ilerledikçe, Jaklin'in çektiklerini, acılarını okudukça
yaptıklarına ve şiddete meyline hak verir duruma geliyor.
Kadıköy'de bir barda çalışan, Ringo adındaki pek konuşmayan
sevgilisiyle yaşayan, birkaç kere akıl hastanesi macerası bulunan
Jaklin'in bara gelen Çetin Karaveli adındaki bir yazarı takip
etmesiyle “tuhaf olaylar” silsilesi başlıyor diyebiliriz.
Yazarın tinerciler tarafından gasp edilmesine şahit olan Jaklin,
bu olayın yazarın yalan beyanlarıyla bambaşka ve politik bir yöne
çekilmesiyle garip bir plan yapar. Planına göre yazarı kaçırıp
onu kendi hikâyesini yazmaya ikna etmeye çalışacaktır. Romanın
asıl çatışması da böylelikle başlar. Burada Çetin
Karaveli'nin oldukça vasat bir yazar olmasının, Jaklin'in
anlatacak olağanüstü bir yaşamı olmamasının pek de önemi yok
aslında. Jaklin yalnız, hatta tanıyabileceğiniz en yalnız
insanlardan biri, yaşamının sadece yazılırsa bir anlam ifade
edebileceği gibi bir düşüncesi var, çıkan en uygun fırsatta da
yalnızlığını ve yaşamını yazarın önüne sermekte.
Adına
ayrı bir bölüm olan Çetin Karaveli'den de bahsetmek gerekir çünkü
Ece Erdoğuş, Karaveli'nin şahsında aslında Türkiye'nin genç
yazar profilini çizmiş diyebiliriz. Biraz acımasızca yorumlar ve
iğnelemelerle dolu olsa da, sıradan bir gencin, taşrada bir ilçede
aldığı bir iki uyduruk edebiyat ödülüyle kendisini çok
yetenekli sanması, hemen İstanbul'a taşınıp yazar-çizer
tayfasıyla tanışmaya çalışması, aceleyle yazdığı romanı
kapı kapı dolaşıp yayımlatmaya çalışması, aldığı ret
cevaplarıyla, bazen de almadığı cevaplarla gittikçe bilenmesi,
ama bu kuşağın özelliği olarak hatanın hep karşı tarafta
olduğunu, kendisininse keşfedilememiş bir yetenek olduğunu
düşünmesi, hasbelkader bir kitap yayımlatabildiyse -ya da kendi
parasıyla yayımlattıysa- aylar boyu kitap eklerini, dergileri
kitabı hakkında bir ufak söz bulabilmek uğruna hatmetmesi...
bunların hepsi çok iyi gözlemlenmiş ve pek de dillendirilmeyen
şeyler. Yine Jaklin'in Çetin'i kaçırmadan önce kitap imzalatmaya
çalıştığı gecede yazarın ettiği laflar, bestseller
yazarlarının her yaz verdiği röportajlarda görebiyeceğimiz
cinsten: “Zamanı unutursunuz! Yemek yemeyi, uyumayı,
yıkanmayı bile! Bitlenseniz ruhunuz duymaz yani... Ama bir
bakmışsınız, elinizde yayınevine yollanmak üzere bir dosya
duruyor!”
Çetin'in kaçırıldığı ve tutsak edildiği iki hafta, Jaklin'in
hayatını değiştirdiği kadar Çetin'inkini de değiştirecek
çünkü gerektiğinde bağıra çağıra, ağlaya ağlaya edebiyatı,
Çetin'in romanını, neyin nasıl yazılması gerektiğini
tartışacaklardır. Bu tartışmalardaki üslup çalışmaları,
Çetin'in yazdığı cümleler, Jaklin'in bunlara yaptıkları
eklemeler el yazısı fontuyla okurun gözleri önünde deneysel bir
nitelik kazanıyor.
Romanın en trajik bölümlerini Jaklin'in akıl hastanesindeki oda
arkadaşları oluşturuyor, ne hayatlar ne insanlar var, diye
düşünerek hüzünlendiğiniz bir anda neyse ki Jaklin'in esprili
yorumları duyguların akışını değiştiriyor.
Romanın başı ve sonu Ece Erdoğuş'un üstkurmaca tekniğini
açıkça kullandığı yerler. Tutsaklığın sonuna doğru zihni de
eli de açılmaya başlayan Çetin'in yazdığı metin, elimizdeki
kitap olacaktır belli ki. İlk başta okura “sen” diye seslenen,
Jaklin'in elini tutmamızı isteyen anlatıcı da odur.
Romanı bitirirken tek tek romandaki bütün karakterlere ne
olduklarını yazmayı seçmiş Ece Erdoğuş. Komik olmasına komik
olan bu metinlere gerek var mıydı, bilemiyorum. Sonu bu yaşam
hikâyeleri olmadan Jaklin'le bitse daha etkili olurdu, diye düşündüm
okurken.
Tuhaf
Hikâyeleri Sever misiniz?
genç bir yazardan cesur bir kitap, heyecanlı bir kurgusu, akıcı
bir dili var. Birkaç yerde bazı olaylar çok hızlı ilerliyor,
bazı duyguların aktarımı aceleye geliyor gibi bir his yaratsa da
yazın tatilde rahatlıkla okunabilir.
Banu Yıldıran Genç
Ece
Erdoğuş, Tuhaf hikâyeleri Sever misiniz?,
İletişim Yayınları, Haziran 2016, 219 s.
* Bu yazı Notos'un 60. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder