Hayatta
ve edebiyatta yüzleşme
Lise
yıllarımda her ayın birini büyük bir sabırsızlıkla beklerdim.
Yeni bir ay, koşa koşa Beşiktaş iskelesinin yanındaki
gazeteciden alınacak Adam Sanat demekti benim için. Kapağı bile
pek incelemeden okuduğum ilk yazar Fethi Naci’ydi, Eleştiri
Günlüğü. Onun o çok da derine inmeyen eleştirilerine, yeri
geldiğinde yazara kızmalarına, bazen bir kitabı anlatmaya
çocukluğundaki bir anıyla başlamalarına bayılıyordum. Sonra
hayat nasıl oldu da benim Adam Yayınları’nda çalışmamı
sağladı, ben nasıl hayranlıkla okuduğum o yazarlarla tanıştım,
onlu yaşlarımın sonuyla yirmili yaşlarımın başı nasıl rüya
gibi geçti, hâlâ düşünür düşünür şaşarım.
Eleştiri
Günlüğü’nü okurken duyduğum heyecanı, hazzı gençliğime
verip bir daha duymam sandığım yıllarda sosyal medyada arada bir
karşıma çıkan bir yazarı okumaya başladım sonra. Anladım ki
heyecan konusunda yanılmışım, gençlikle alakası yokmuş. Sık
sık itiraf ettiği gibi yazar olma niyeti olmayan, bir şekilde
“kandırılarak” kendini BirGün gazetesinde bulan akademisyen
Meltem Gürle, benim yazılarını hevesle beklediğim yeni yazarım
oldu. Yıllardır takip edip okuduğum yazıları bu yıl kitap
olarak yayımladı, yayımlandığı günden beri okuyor, tekrar
okuyor, biraz ara verip bazı bölümlerini yeniden okuyorum. Kırmızı
Kazak’ın
arka kapak yazısını kim yazdıysa bunun başımıza geleceğini
bilmiş belli ki: “...ara
vereceksiniz, döneceksiniz, yeniden durup yeniden başlayacaksınız.
Oturacaksınız, kalkacaksınız, araya başka kitaplar girecek.
Elinizdeki kitabın kopyası eskiyecek ama okuduklarınız değil.”
Meltem
Gürle’nin yazıları derlenmiş, toparlanmış, çok güncel ve
siyasi olanlar elenmiş, yazılış tarihlerine göre değil
konularına göre gruplandırılmış. Yazıların sıralanışını
da, toparlandığı konu başlıklarını da çok sevdim. İlk bölüm
Lauren
Bacall ve Lastik Pabuçlar,
çocukluğa odaklanıyor. Özellikle İskandinav ve Latin Amerikalı
yazarları okurken hayran olduğum çocukluğu anımsama ve
anlatmanın son derece içten örnekleri var bu bölümde. Kayıp
Zamanın İzinde’den bir alıntıyla Çokomel’i, Parasız
Yatılı’ya bağlanan bir sonla sınıfta ötede bekleşen
çocukları, okula Nâzım Hikmet götürülmesinin yasak olduğu
günlerden dem vurmasıyla 90’larda okullardaki arama günlerini
anımsatan denemeler. Çocukluğu anımsamak yüzleşmeye giden en
önemli yol belki de. Bizi biz yapan anları, detayları, kokuları
hatırlayabilsek daha iyi tanıyacağız kendimizi. Anıları yok
saydığımız için ne kendimizle ne tarihimizle yüzleşebiliyoruz
gibi geliyor bana.
Meltem
Gürle kendini okura açarak hissettirdiği içtenlikle birçok
kalıbı da kırıyor aslında. Kendinden bahsetme, öznel değil
nesnel yaz, geniş zaman kullan gibi kurallarla nefret ettirildiğimiz
yazı yazmanın aslında öyle bir şey olmadığını gösteriyor ve
kitabı okuyanlarda da yazma isteği uyandırıyor ki bence bu
edebiyatın bir başka büyüsü. Bu nedenle İncelikler
Yüzünden
yazısının sonunda ağlıyor, kaybettiklerimizi düşünüyor ve
anlatma ihtiyacı hissediyorsak, bu büyünün tuttuğunu gösteriyor.
Güncel
yazıların bir kısmı elenmiş olsa da bir şehrin ruhunu
kaybedişini adım adım okuyoruz Kırmızı
Kazak'ta.
Bu şehirde yolunu kaybedenlere, umudunu yitirenlere, şu an yatıp
kalkıp bu memleketten gitmeyi düşünenlere hep anlatacak bir
hikâyesi, söyleyecek bir sözü, kendisiyle beraber bize de soracak
bir sorusu var Meltem Gürle’nin. Ve bu kitapta birer anı gibi
başlayan, öykü gibi sonlanan denemeler kendimizin dışında
edebiyatla da yüzleşmemizi sağlayacak çünkü yaratıcı
yazarlığı genellikle kurguyla sınırlayan bir anlayışı yerle
bir edecek denli özgün bir ara tür yaratıyor Gürle.
Denemeleri
okurken böyle derinlerde hafiften bir kıskançlık duyduğumu
itiraf ettim bazı arkadaşlarıma. Bir kere eleştiri kuramları,
modernizm, postmodernizm, Berna Moran filan okuyacağını hayal
ederek Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne gitmeyecek denli akıllı
biriymiş en azından Meltem Gürle dedim, kendi saflığıma yine
kızarak. Ne güzel üniversitede ne güzel bölüm okumuş, üstüne
de ne güzel bir öğretmen olmuş, dedim sonra. Sık sık edebiyatla
kurduğu ilişkiyi ve hayatla kurduğu bağı düşündüm.
Bahsettiği romanlardan, yazarlardan yaptığı alıntıları nasıl
hatırladığını merak edip hayran kaldım. Alışkın olduğumuz o
akademisyen dilinden, tavrından uzak durarak, okurla ne denli eşit
bir ilişki kurduğunu görüp en çok bu yüzden sevdiğimi anladım.
Yıllardır kitap yazıları yazıyor olsam da asıl yazmak
istediğimin böyle denemeler olduğunu keşfettim. Ben böyle
kendimle yüzleşedururken hayat yine bir sürpriz yaptı ve
Oggito’da ne istersem yazabileceğim bir yerim oldu.
Böylelikle
Meltem Gürle’nin yeri geldiğinde ağlatan yeri geldiğinde
güldüren ama insana hep iyi gelen denemeleri işte o bahsettiğim
büyüyü bana da yaptı. Şurada, gözünüzün önünde, hayattaki
en büyük pişmanlığımı da utandığım bu küçük
kıskançlığımı da anlattığım bir yüzleşmeyi yazdırdı.
Banu Yıldıran Genç
* Bu yazı oggito.com'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder